Tarihi yazanlar, birçok uygarlıktan bahsederken, Türklerden nedense hiç bahsetmemeyi tercih etmişler, yok saymışlar. Bunu yıllar önce, çocukken tanıştığım Elisa Laurent’ten öğrendim.
Antep’le Urfa sınırında, Fırat nehrinin kenarındaki Belkıs köyünde doğdum. Fransız Dr. Elisa Laurent ile yollarımın kesişmesi de burada oldu. 1996 yılıydı, ortaokula yeni başlamıştım, en fazla on, on bir yaşlarındaydım. Köyümüzün yakınındaki eski bir yerleşim yerine bahar aylarında bir grup yerli-yabancı insanın gelip toprağı kazıp bir şeyler çıkardığı, büyükler arasında konuşulurdu hep. Bahsedilen çalışma alanını ben hiç görmemiştim ama merak ediyordum.
Bir gün çalışma alanına gidip, meraklı gözlerle çalışanları izlemeye başladım. Bazıları küçük çekiçlerle toprağı kazıyor, diğerleri ellerinde cetvellerle ölçümler yapıyor, fırçalarla toprakları süpürüyorlardı. Onları izlerken Elisa ile göz göze geldik. Gülümsedi, beni yanına çağırdı. Türkçesi çok düzgün değildi ama anlaşıyorduk. Gelip yakından izleyebileceğimi söyledi, beni alanda gezdirdi. Toprağın altında bizden çok uzun zaman önce yaşamış insanların yaptıkları heykellerin, bullaların, mozaiklerin olduğunu, onlara ulaşmak için toprağı dikkatlice kazdıklarını anlattı. Bullalar, mühür baskısıymış; mektupların, fermanların, paketlerin üstüne bir yere gönderilirken basılan bir tür imza… Mozaikler ise yıkılan binaların zemininde küçük renkli taşlarla yapılmış resimlermiş. Büyülenmiştim.
Her boşluğumda gidip oradaki çalışmaları izlemek çok hoşuma gidiyordu. Orada çalışanlarla sohbet edip birşeyler öğreniyordum. Kazı alanlarında geçirdiğim zamanlar, çocukluğumun en güzel zamanlarıydı. Liseyi bitirdiğimde en az orada çalışan arkeologlar kadar bilgim vardı. Üniversitede arkeoloji okudum.
Orada kazılar hâlâ devam ediyor. Tez çalışmam için bu yaz stajımı Zeugma’da yapacağım. Oldukça heyecanlıyım. Tarih büyülü bir dünya. Tarih yazımına siyasetin karışması, objektifliğini derinden sarsabiliyor. Ülkeler tarihteki önemli dönüm noktalarını manipüle edebiliyor, tarihi eserleri kendilerine mal edip kültürel mirasa tek başlarına el koyabiliyor. Bu durumlarla karşılaşıldığında en önemli yöntemin bilimsel verilere dayanarak tarih yazmak olduğunu Elisa’dan öğrendim. Elisa’nın bana söylediği söz hep aklımda; “nasıl aynı karnı paylaşan insanlar kardeşse, biz de farklı zamanlarda aynı toprakta yaşadığımız insanlarla kardeşiz.”. Elbette, Anadolu’nun tarihi, dünya tarihi. Fakat uygarlıkların kültürlerini tek başlarına sahiplenmeleri, diğer kültürleri yok saymak anlamına geliyor.
Tamer Sağcan’ın yazdığı, Kavimlerin Kayıp Tarihi kitabını okudum. Tarihteki Türk kültürünün izlerini, tarih kitaplarını değerlendirerek arıyor. Tarihi çarpıtarak yazmaya çalışanlara karşı, bilimsel araştırmalara dayanan bulgularla cevap veriyor. Bir tane de Elisa’ya hediye etmek için satın aldım. Tarihin objektif olması gerektiğini savunanlar için önerebileceğim bir kitap.
[kc_call_to_action layout=”2″ title=”Satın Al” desc=”VGFtZXIgU2HEn2NhbuKAmcSxbiDigJxLYXZpbWxlcmluIEthecSxcCBUYXJpaGkiIGFyYcWfdMSxcm1hIGtpdGFixLFuxLEgaW5kaXJpbWxpIGZpeWF0IHZlIGF2YW50YWpsxLEga2FyZ28gc2XDp2VuZcSfaSBpbGUgaGVtZW4gc2F0xLFuIGFsbWFrIGnDp2luIHTEsWtsYXnEsW4u” button_show=”yes” _id=”519549″ icon_show=”yes” icon=”fa-hand-o-right” css_custom=”{`kc-css`:{}}” animate=”||” button_text=”Kitapyurdu” button_link=”https://www.kitapyurdu.com/kitap/kavimlerin-kayip-tarihi/468505.html||_blank”]